Search This Blog

1 Ocak 2018 Pazartesi

15. İstanbul Bienali' nde Andrea Joyce Heimer'a rastladım...

     İstanbul’da birbirine yürüme mesafesinde bulunan İstanbul Bienali’nin 6 farklı mekanında sergilenen işleri gezmek için 3 ayrı noktada bulundum. Bienal bu yıl iyi bir komşu teması ile yola çıkmıştı. İlk defa küratörlüğü iki sanatçı üstlenmişti. Komşu teması ile bianel, ev, aidiyet, yerinden edilme, göç gibi kavramlar üzerinde çalıştı.
     Pera müzesinden başladığım yolculuğum devamında İstanbul Modern, sonrasında ise Galata Rum İlkokulu ile son buldu. Pera müzesinde isteyenin oturup fotoğraf çektirdiği ahşap enstalasyon görevliye sorulduğunda oturulmuyor dendiği için herkese yar olmadı. Pera müzesinde bir işin etiketini çekerken görevlinin bir yandan bağırıp bir yandan koşa koşa yanıma gelerek bu eserin fotoğrafı çekilmiyor denmesi üzerine başlayan gerilimim; her baktığım eserde takip edilme hissi ve kendimi suçlu hissetme psikolojimle birlikte müzeden çıkana kadar sürdü. Eseri çekmemiştim oysa. Pera Müzesi’nde en farkındalık sahibi olduğum iş Pekin’de yaşayan işçilerin kaldığı tek göz odadan manzaraların bulunduğu fotoğraflardı. Ev kavramını tekrar sorgulamaya zemin hazırlıyor, bir yandan da sizi bir iç hesaplaşmaya sürüklüyordu.
     İstanbul Modern’nin Pera Müzesine göre hiyerarşi kavramını biraz daha insanileştirmiş olmasından mıdır nedir İstanbul Modern daha rahat hissettiğim, sıcak baktığım bir ortam oldu. Her eseri tek tek inceleyebildim. Mekanın genişliği bu imkanı sağlıyordu. Genel olarak hacimce büyük ve geniş eserler daha çok burada sergilenmişti. Moderndeki en etkileyici eser "Feryat" isimli heykeldi fakat fildişinden yapıldığını öğrenince ikinciliği benim için daha anlamlı malzemelerden oluşan Alper Aydın’ın Kuzey Ormanları'ndan alınan doğal malzemelerle üretmiş olduğu enstalasyonu aldı.
     Sonraki durağım İstanbul Galata Rum İlkokuluydu. Bu binanın enerjisi beni çok etkilemişti. Samimi ve doğal ortamı, her bastığınızda ahşaplardan çıkan seslerin ritmi, fayanslı odaların çıkarılamamış pas lekeleri, atmosferi büyülü yapan en güzel detaylardı. Bir zamanlar yine benzeri bir işleve ev sahipliği yapmış olan okulun didaktik duruşu ortadan kalkmış yanağından makas alınca yumuşayan, yüzü asık okul müdürü gibiydi. Sevinmiş ama çekimser.
     Burada bahsedeceğim sanatçı bienalde kendimle en çok özdeşleştirdiğim sanatçı oldu. Andrea Joyce Heimer... Çocukluğunda büyümüş olduğu ABD’nin Montana eyaletindeki evlerinde otururken başından geçen anıları resmeden sanatçı kurşun kalem ve akrilik boya kullandığı resimlerini birer minyatür gibi çizmişti. Resimlerdeki küçük ama en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş detaylar ve canlı renkler göz alıcıydı.
    Eserlerini genelde ahşap yada kağıt üzerine akrilik boya ile çalışmış sanatçı eğlenceli anlatımı ve Galata Rum İlkokulu’nun duvarlarına kurşun kalem ile yazdığı anılarıyla üslup farklılığı yönünden en dikkatimi çeken sanatçı oldu. Yaşadığı anıları en gülünç ve absürt haliyle resmeden ve buradan çıkardığı komedi unsurlarını saklamadan ortaya döken sanatçıyı kendime yakın hissetmem sürpriz değildi.
     Yapılan resimlerdeki komedi unsurlarına mı güleyim, yoksa bulunduğumuz coğrafyada saray eşrafının ve önemli meselelerin resmedildiği minyatürlerin sanatçının kendi hayat hikayesine dönüşmüş olmasına mı? Seçmiş olduğu anlatım biçimi aslında muhafazakar yönetim biçimine sahip coğrafyaların başvurmuş olduğu teknik iken ve genelde soylu insanların resmedildiği bir biçimken sanatçının arkadaşlarını ve sıradan olayları resmetmesi resimlerde çıplak çarpık bedenlere sıkça başvurmuş olması zaten esprili bir dil gözetmiş olan eserlere bakışımı daha da keyifli hale getirdi. Özellikle dini konularda yapılan minyatür çalışmaları tam bir çağdaş sanat eserine dönmüştü. Ortada çıplak bir modelin olduğu bir resim dersi, evde verilmiş bir parti, ev bahçesine konmuş değişik bir kuşun etrafında toplanan insanların talepleri, kız kardeşinin çıplak bedeni karşısında yapmış olduğu yorumu ve hayatının bir çok anında yaşadıklarını çizmişti Andrea.

https://www.andrea-joyce.com/pillow1
"It Was Some Friday Late In The Year When The Lot Of Us, Who Were Prescribed Everything From Acne Scrubs To Anti - Depressants, Realized We'd Had It Up To Our Eyeballs. We Were Ready To Pop At The Drop Of A Hat." 24x36 acrylic/pencil on panel 2017, https://www.andrea-joyce.com/pillow1


     Andrea’nın eser etiketleri kapı girişinde son bulmuştu ve eserlerin hikayesi her çalışmanın yanında duvara kurşun kalem ile yazılmıştı. Bu farklılığın bana verdiği mesaj samimiyetti. Bana göre eser etiketleri fiyakalı, boyalı, nizami ve kurallar bütününden oluşmaktaydı. Fakat el yazısı öyle mi ? Şirin mi şirin, kargacık burgacık üstünlüğü hemen göze çarpıyordu. Bu niye böyle, bunun ayrıcalığı mı var diye düşündüm ve eserleri inceleyince sebebini anladım. Sanki bu eserleri bir arkadaşım yapmıştı. Bienalin en neşeli komşusu bu sanatçıydı. Kendi özel hayatını ve hikayesini bana anlatmayı tercih etmişti çünkü. Mesafeleri yok eden sanatçının en güzel özelliği anıları yazarken kendiyle ve olaylarla dalga geçebilmesiydi. Bir bienal sanatçısı olduğunu düşünmeden gezdim eserlerinin bulunduğu odayı. Yüzümü gülümseten en güzel odaydı bu. Sonradan birkaç kere daha uğradığım doğrudur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder